top of page

Felsefem

MEet the chef  IMG_7713.JPG

Yaşam ve yeme biçimimizle, hastalıklardan uzak daha zinde ve genç kalmanın yollarını bulabilmek mümkün.

Çocukluk yıllarımda kendimi aile içerisinde çaresiz hissettiğim yıllar oldu ve yıllar sonra erişkin bir birey olduğumda, yaşamımda kendi kurallarımı koyabileceğimi ve her şeyi değiştirebileceğimi, hiçbir şeyin kader diye olduğu gibi yaşanmaması gerektiğini keşfettim. 

 

New York’a taşındım ve konfor alanımdan çıkarak yepyeni bir ben inşa ettim. Yaşamımı inşa ederken yaşadığım stres ve zorlu koşullar dolayısıyla hashimato tiroidi oldum, bu hastalıkla bir süre uğraştıktan sonra katıldığım bir sağlık etkinliğinde ulaştığım farkındalıkla yaşamımı yeniden şekillendirmeye karar verdim.

Beslenme düzenimi değiştirmekle başlayarak, nefes, yoga, reiki ve bu tarz birçok farklı terapilerle iyileştim.

Yaşadığım bu tecrübeler sonrasında, artan farkındalıklarım beni psikiyatri alanında çalışmalara yönlendirdi.

 

İlaçsız, ruhun gıdası olan yemeği, doğal bir ilaç gibi değerlendirerek, yani Hipokrat’ın felsefesini benimseyerek…. ‘Yediğin ilacın, İlacın yediğin olsun’ diyerek, önce kendimden başladığım bu sağlıklı yaşam şeklini sürdürülebilir hale getirdim, ardında da danışanlarıma anlatmaya başladım.

Ve 14 yıldır misyon edindiğim bu felsefeyle, insanlara ilaçlarını bıraktıracak kadar iyi hissettiren özel programımla tanıştırıyorum. 

Kişilerin ırk, yaş, yaşadıkları coğrafya koşulları gözetmeksizin sağlıklı ve uzun yaşamalarını sağlayabilecekleri bu özel programla, fiziksel ve ruhsal açıdan kendilerini yenilemeleri mümkün.

Bu misyonuma ek olarak, kişilerin yaşamlarında kaç yaşında olurlarsa olsunlar yeni başlangıçlar yapabileceklerini, alışkanlıklarını değiştirebileceklerini, sürdürülebilir sağlıklı, güvenli bir yaşama devam edebilmenin mümkün olduğunu, ruhlarını ve hücrelerini nasıl doyurabileceklerini onlara göstermektir.

 

Amacım kişilere….kanser, diyabet, yüksek tansiyon gibi günümüzde sayıları gittikçe artan ancak büyük ölçüde önlenebilir olan bu hastalıklardan, nefes, meditasyon, yoga, terapi ve yüksek enzimli, işlenmemiş gıdalar tüketerek nasıl korunabileceklerini öğretmektir. 

Yaşam ve yeme biçimimizle, hastalıklardan uzak daha zinde ve genç kalmanın yollarını bulabilmek mümkün.

RawFood'un Faydaları

Beslenmemiz çoğulunkla organik, çiğ, lokal besinlerden oluştuğunda cildimiz, saçımız, bağrsaklarımız, karaciğerimiz, böbreklerimiz, hormonlarımız dengededir ve görevlerini daha sağlıklı yaparlar. Raw food ile beslendiğimizde vücudumuz besinlerin vitamin, mineral ve emzimlerinin %70-90 oranından faydalanır. Yüksek minerallerden dolayı kandaki PH düzeyi dengede kalabildiği için vücut alkali hale gelir. Hatırlamamız gereken şey şu ki, vücut ne kadar alkali (az asidik) olursa o kadar az hastalanırız. Bugün Anette Larkin ve Mimi Kirk gibi 40 yıldır raw vegan beslenen kişilere baktığımızda bunu açıkça görürüz. Enerjileri ve ışıldayan genç görünümleriyle 40 yaşında gösteren bu 75’lik bayanlar hepimizi şaşırtıp ve ilham vermekteler.

 

Şehir hayatımızdaki çevresel kirliliğe maruz kalan vücudumuz, kendini dengeye sokmak için bir mücadele vermektedir. Raw food ile beslenerek vücudumuzu detoksifike etmeye başlarız. Toksinlerden arınan vücut, hücre yenilemesini hızlandırır ve bağışıklık sistemi mikroplara karşı güçlenir. Kendimden örnek verecek olursam, kronik Hashimoto hipotiroidi’mi kontrol altına aldığım gibi, uzun yıllardır grip de olmuyorum.

 

Raw food’un bana göre en önemli özelliklerinden biri de, yiyeceklerin içerdiği yüksek miktardaki su ve liften dolayı sindirimi harekete geçirmesi ve bağırsaklar yoluyla toksinlerin vücuttan atılmasını sağlamasıdır. Her gün, en az bir defa dışkılamak şarttır. Hepimizin yakından bildiği Türk-Amerikalı Dr. Mehmet Öz, NY’dan yayınladığı televizyon programında dışkının zorlanmadan vücuttan atılması, kokusuz olması ve renginin çok koyu olmaması gerektiğini, bunun bağırsak sisteminin sağlık göstergesi olduğunu yıllardır vurgular.

 

Besin değeri yüksek yiyecekler olan filizlendirilmiş baklagiller, tohumlar, sebzeler ve çiğ kuruyemişlerle beslendiğimizde tokluk hissimiz artar. İşlenmiş gıdalar ve şeker tüketerek insülini tetiklemediğimiz için sürekli atıştırma isteği ortadan kalkar. Bu gıdaları yedikten sonra kafeinle ayılma ihtiyacını hissetmeyiz. Uyku ihtiyacımız azalır ve daha enerjik oluruz. Sonuçta, herşeyin temeli olan yaşam enerjimiz artar.

 

Sağlık ve Beslenme Danışmanlığı eğitimi aldığım Hippocrates Sağlık Enstitüsü’nde öğrenciler dışında pek çok farklı sağlık sorunu olan hastalar da bulunur. Kanser hastalarının beslenme programı dahil, herkesin yemek yediği kocaman açık büfe %100 çiğ yiyeceklerden oluşur. İçindeki şekerden dolayı domates bile verilmez. Fitokimyasallardan zengin, alkali olup antioksidan görevi yapan bu organik besinler, bilhassa günde 2-3 kez içirilen çim suyu, filizlendirilmiş baklagiller, tohumlardan oluşan salatalar, koyu yeşil klorofilli yiyecek ve içecekler, bozulmuş hücreleri arındırıp bir çok insanda iyileşme sürecinin başlamasına neden olur.

 

Eğitimimi tamamladıktan sonra Hippocrates’te bir süre izleyici olarak yanında bulunduğum doktorun hastalarının yaşadığı değişimi de birebir izledim. Özellikle yüksek tansiyon, kolesterol, insülin direnci, hipoglisemi ve tip iki şeker hastalarının kan değerlerinin iki-üç hafta içinde düzeldiğini gördük. Bu hastalıkların aslında hastlalık değil, bir yanlış yaşam ve beslenme sorunu olduğunu o zaman hastaların sonuçlarını görerek anladım.

Beslenme Pişirme
  • Instagram
  • YouTube
  • Facebook
bottom of page